Çok sıcaktı. Tam bu
ay, bugünlerde, doğduğum, bahara doyduğum bugünlerde evin önünde
aldım haberini. Seni hastaneye götüren polis memuru aradı cep
telefonumdan. Hâlâ telefonumda kayıtlı (elim silmeye varmıyor)
arasam da cevap veremeyeceğin numarandan. En son beni mi aramıştın
yoksa rehberde kayıtlı en son isim benim diye mi ilk beni aradılar?
İlk beni yıktılar haberinle. Hastanede ilk ben gördüm seni,
gözlerinin, son hareketlerinin son şahidiyim. Sen tomografideyken,
ben ağlayarak dua ederken bunun bir rüya olması ve senin yeniden
gülmen için… Şehir yanıyordu, içim yanıyordu Hülya. Bir şiir içimde
durmadan akıyordu: “Ne zaman bir yakını ölse birinin onu ilk ölüm
sanır kalır o”
“Asla giremem” dediğim yoğun bakımda hemşireyle özenle çıkardık
yüzüğünü, bileziklerini, dünya elbiselerini. Bu dünyaya ait
nesneleri aldıkça üzerinden biz, sen aydınlandın. Sonrasını
biliyorsun… Gündüzler, geceler, hastane bahçesinde kovaladı
birbirini. Yürüyüş düzenledik, kaza yaptığın o çukurun olduğu yerde,
göğsümüzde resimlerin. Eşin, annen, çocukların, öğrencilerin,
komşuların. Biz seni ebediyete uğurladık, sen bizi sensizliğe. Seni
caminin avlusunda bıraktım, mezarına kadar gidecek ne takatim ne de
cesaretim vardı. Sadece öldüğünü biliyordum ve ölümün yüzündeki
güzelliğini.
Kendinden bir şeyler kattın
Güzelleştirdin ölümü de
Ellerinin içiyle aydınlattın
Ölüm ne demektir anladım
Hülya..Sen sadece başını örterdin, fikirlerini değil. Hayat
kapıların herkese açıktı sonuna dek. Her kelimen, her cümlen hayatın
neşesi, sohbetin ikramların en güzeliydi. Apartmanda bir senin sesin
bu kadar duru bu kadar neşeliydi. Sen hayata kızmazdın, aksine
severdin onu. Sevmeseydin doktora gidiyorum diye çıktığın yolda
ölüme gitmezdin. Keşke…
Seni unutmadım. Fotoğrafının durduğu çalışma odamda sabah güneşi ilk
seni selamlıyor, yıldızlar gece seninle göz göze. Serdivan’da evimin
yolunda gece yarısı çukurlara girip direksiyon hâkimiyetimi
kaybederken seni özlemle anıyorum Hülya. Ben de, bir türlü gerçek
bir kent olamayan bu şehirde, senin sonun olan yüzlerce çukurdan
geçiyorum. Büyükşehrin bir türlü görmediği, günlerce açık kalan
çukurları ezberliyorum bir daha savrulmamak, trafik kurbanı olmamak
için. Aylarca süren 32 Evler yol inşaatından defalarca geri
dönüyorum yol kapalı uyarısı koymayı düşünemeyenlere şarkılar ithaf
ederken. Ben yeşil ışığı beklerken sarıda geçmek isteyenler, yola
atlayan yayalar, ters yola girenler, bebeğini ön koltukta kucağında
taşıyanlar… Sahi şehrin bir alt geçidi de oldu senden sonra. Yayalar
yasak, sürücüler hız limiti tanımayınca sonuç hüsran oldu tabii.
Anlayacağın her şey değişti bir trafik değişmedi bu şehirde.
Kemerler sürücüleri, bu trafik beni sıkıyor Hülya... Bir de sen… Sen
de yoksun... Sana her gün evimden, arabamdan, kalbimden gönderiyorum
dualarımı. Ama en çok da kaldırım kenarına park ederken “abla hoop”
diye uyarıldığımda anıyorum seni gülümseyerek. Evinin önündeki
kaldırıma hiç değmeden ustaca park edişini ve yukarı bakıp bana
gülümseyişini hatırlıyorum. Gece yarısı delice bir yağmur yağıyor
şehre ve ben de sana, yukarı bakıyorum Hülya.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
Dualarla…
|